
Tenis oyunumu geliştirmek için yaptığım okumalarda karşılaştım “Akış” la.
Timothy Gallwey The Inner Game of Tennis kitabında “Akıl cama benzeyen bir göl gibi durgun olduğunda gelir” der. Tenis oynarken bazen sahada en iyi performansımızı sergileriz. Hatta raket kendi kendine oynuyor gibi görünür. Böyle bir anı fark ettiğinizde her şeyin zahmetsizce gerçekleştiğini görürsünüz. Düşünmeden ve hatta kendimize düşünmek için zaman tanımadan hareket ederiz. Eylemlerimizi iyi ya da kötü olarak yargılamayı bırakıp onları olduğu gibi gözlemlediğimiz anda bu en iyi performans hali gerçekleşir. Halk dilinde bu durum “anda kalmak” yada “anı yaşamak” psikolojide “akış” veya “zirve deneyimi ” olarak bilinir .
Hepimizin akışı yaşadığı durumlar olmuştur ve bundan sonra da olacaktır. Ted konuşmasını dinlediğim pozitif psikolojinin kurucularından biri olarak bilinen Mihaly Csikszentmihalyi’nin Akış’ı mutluluğun sırrı olarak tanımlıyor. Mihaly, kitabında ve yaptığı araştırmalarda bu akış durumunun nasıl oluştuğunu incelemiş. Positivepsychology.com dan ve Ted konuşmasından sizler için çevirdik ve derledik, keyifli okumalar.
Akış Oluşturmanın 8 Yolu
Refahınızı, yaratıcılığınızı ve üretkenliğinizi artırmak mı istiyorsunuz?
Eğer öyleyse, zorlu ama yapılabilir bir göreve tamamen daldığınız anları tanımlayan bir kavram olan akışı (flow) geliştirmeniz gerekebilir.
Pozitif psikolojinin kurucularından biri olarak kabul edilen Mihaly Csikszentmihalyi, akışı ilk tespit eden ve araştıran kişi olmuştur. (Soyadını nasıl telaffuz edeceğinizden emin değilseniz, Çiksentmihayl şeklinde okunuyor)
“Hayatımızdaki en iyi anlar, pasif, alıcı, rahatlatıcı zamanlar değildir. . . En iyi anlar, genellikle, bir kişinin bedeni veya zihni, zor ve değerli bir şeyi başarmak için gönüllü bir çabayla sınırlarına kadar gerildiğinde ortaya çıkar.”
(Csikszentmihalyi, 1990).
Akış deneyimi evrenseldir, tüm sınıflarda, cinsiyetlerde, yaşlarda ve kültürlerde meydana geldiği gözlemlenmiştir ve birçok aktivite türü sırasında deneyimlenebilir.
Eğer bir kişinin performansının mükemmel olduğu ve “alanda” olduğu bir zamanı tarif ettiğini duyduysanız, muhtemelen bir akış deneyimini anlatıyordur. Akış, beceri seviyeniz ve eldeki zorluk eşit olduğunda gerçekleşir.
Aşağıdaki görselde akış kanalı gösterilmiştir.
Bir kişinin Akış deneyimini sürdürmek için aktivitenin, aktivitenin zorlukları ile katılımcının yetenekleri arasında bir dengeye ulaşması gerekir. Zorluk, yetenekten daha yüksekse, aktivite bunaltıcı hale gelir ve endişe yaratır. Zorluk, yetenekten daha düşükse, can sıkıntısına neden olur. Neyse ki, insanoğlunun hoşgörüsü vardır, aktivitenin çok zorlayıcı veya sıkıcı olmadığı ve kaygı ve can sıkıntısı gibi psişik entropilerin olmayacağı belirsiz bir güvenli bölge vardır. [Csikszentmihalyi 1990]
Akışın ne olduğu ve nasıl geliştirileceği hakkında daha fazla bilgi edinmek için yazımızı okumaya devam edebilirsiniz.
Mihaly Csikszentmihalyi kimdir?
Csikszentmihalyi, büyürken karşılaştığı zorluklar nedeniyle mutluluğu araştırmaya başladı. Dünya Savaşı sırasında tutsak düştü ve bu süre zarfında çevresindeki insanların acılarına ve ıstıraplarına tanık oldu. Sonuç olarak, mutluluk ve memnuniyet konusunda bir merak geliştirdi.
Csikszentmihalyi, savaş sırasında işlerini, evlerini ve güvenliklerini kaybettikten sonra birçok insanın mutlu bir hayat yaşayamadığını gözlemledi. Savaştan sonra, “Yaşamaya değer bir hayat yaratan nedir?” sorusuna cevap vermenin bir yolu olarak sanata, felsefeye ve dine ilgi duymaya başladı.
Sonunda, İsviçre’de bir kayak merkezindeyken tesadüfen psikolojiyle karşılaştı. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupa halkının travmatize ruhlarından bahseden İsviçreli psikolog Carl Jung’un bir konferansına katıldı.
Csikszentmihalyi konuya o kadar çok ilgi duydu ki Jung’un çalışmalarını okumaya başladı ve bu da onu psikoloji eğitimi almak için Amerika Birleşik Devletleri’ne götürdü. Mutluluğun nedenlerini araştırmak istiyordu.
Mutluluğun Gerçekte Ne Olduğunu Bulmak
Csikszentmihalyi’nin çalışmaları, mutluluğun dışsal değil içsel bir durum olduğu sonucuna varmasına yol açtı. 1990’daki popüler kitabı Flow: The Psychology of Optimal Experience, mutluluk seviyelerinin akış tanıtılarak değiştirilebileceği önermesine dayanmaktadır.
Csikszentmihalyi, mutluluğun katı ve değişmez bir durum olmadığını savunur. Aksine, mutluluğun tezahürü kararlı bir çaba gerektirir.
Her insanın belirlediği mutluluk noktasının ötesinde, her bireyin üzerinde bir dereceye kadar kontrol sahibi olduğu bir mutluluk düzeyi vardır. Araştırmaları sonucunda Csikszentmihalyi, insanların en çok yaratıcı, üretken ve akış halindeyken mutlu olduklarını anlamaya başladı.
Csikszentmihalyi sporcular, müzisyenler ve sanatçılarla söyleşiler yaptı; çünkü optimal performans seviyelerini ne zaman deneyimlediklerini bilmek istiyordu. Ayrıca bu deneyimler sırasında nasıl hissettiklerini öğrenmek de istiyordu.
Csikszentmihalyi, “akış durumu” terimini geliştirdi, çünkü görüştüğü kişilerin çoğu, optimum performans durumlarını, işlerinin fazla çaba harcamadan dışarı aktığı durumlar olarak tanımlıyordu.
Özellikle işyerinde yaratıcılığı neyin tetiklediğini ve yaratıcılığın üretkenliğe nasıl yol açabileceğini keşfetmeyi amaçladı. Akışın yalnızca üretken bir çalışan için gerekli olmadığını, aynı zamanda mutlu bir çalışan için de zorunlu olduğunu belirledi.
Csikszentmihalyi’nin sözleriyle akış, “insanların bir faaliyete başka hiçbir şeyin önemi yokmuşçasına yoğunlaştığı bir durumdur; deneyim o kadar zevklidir ki, insanlar sırf bunu yapmış olmak için büyük bedeller ödeseler bile bunu yapmaya devam edeceklerdir” (1990).
Akışın 8 Özelliği
Csikszentmihalyi akışın sekiz özelliğini şöyle tanımlar:
- Göreve tam konsantrasyon;
- Akılda hedeflerin ve ödülün netliği ve anında geri bildirim;
- Zamanın dönüşümü (hızlanma/yavaşlama);
- Deneyim özünde ödüllendiricidir;
- Zahmetsizlik ve kolaylık;
- Zorluk ve beceriler arasında bir denge vardır;
- Eylemler ve farkındalık birleşir, öz-bilinçli derin düşünce kaybolur;
- Görev üzerinde bir kontrol hissi vardır.
Akışı Kimler Deneyimleyebilir?
İlginç bir şekilde, akışı deneyimleme kapasitesi kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Araştırmalar, ototelik kişilikleri olanların daha fazla akış yaşama eğiliminde olduğunu gösteriyor. Bu tür insanlar, uzak bir dış hedefin peşinden koşmak yerine, işleri kendi iyiliği için yapma eğilimindedir. Bu kişilik türü, hayata yüksek ilgi, sebat ve düşük benmerkezcilik gibi belirli meta becerilerle ayırt edilir.
Akış ve beş kişilik özelliği arasındaki ilişkileri araştıran yakın tarihli bir çalışmada, araştırmacılar akış ve nevrotiklik arasında negatif bir ilişki ve akış ve vicdanlılık arasında pozitif bir ilişki buldular (Ullén ve diğerleri, 2012).
Nevrotik bireylerin, bir akış durumunu bozabilecek koşullar olan kaygı ve öz eleştiriye daha yatkın oldukları tahmin ediliyor. Buna karşılık, vicdanlı bireylerin, özellikle işyerinde akış deneyiminin önemli bir parçası olan zorlu görevlerde ustalaşmak için zaman harcama olasılıkları daha yüksektir.
Akış Sırasında Beyinde Ne Olur?
Akış durumu nadiren nöropsikolojik bir perspektiften araştırılmıştır, ancak buna rağmen bazı araştırmacıların odak noktası haline gelmektedir. Arne Dietrich’e göre, prefrontal kortekste azalmış aktivite ile ilişkilendirilir(2003).
Prefrontal korteks, beynin kendini yansıtan bilinç, hafıza, zamansal entegrasyon ve işleyen hafıza gibi daha yüksek bilişsel işlevlerden sorumlu bir alanıdır. Bilinçli ve açık zihin durumumuzdan sorumlu olan bir alandır.
Bununla birlikte, bir akış durumunda, bu alanın geçici hipofrontalite adı verilen bir süreçte geçici olarak yavaşladığına inanılır. Prefrontal bölgenin bu geçici devre dışı kalması, zamanın çarpıtılması, öz bilinç kaybı ve iç eleştirmen kaybı duygularını tetikleyebilir.
Ayrıca, prefrontal lobun kısıtlanması, bilinçaltının kontrolü ele geçirmesini sağlayarak daha fazla beyin bölgesinin özgürce iletişim kurmasına ve yaratıcı bir sürece dahil olmasına izin verebilir (Dietrich, 2004). Diğer araştırmalarda, akış sırasında merakın yüksek oranda arttığı için akış durumunun beynin dopamin ödül devresiyle ilişkili olduğu varsayılmıştır (Gruber, Gelman, & Ranganath, 2014).
Akış Nasıl Elde Edilir?
Dikkat dağıtıcı etkenler deneyimi bozarsa, kişinin akışı deneyimleyemeyeceğini belirtmek önem taşır (Nakamura ve diğerleri, 2009). Bu nedenle, bu durumu yaşamak için, modern hızlı yaşamda yaygın olan dikkat hırsızlarından uzak durmak gerekir. İlk adım, akış ararken akıllı telefonunuzu kapatmak olacaktır.
Ayrıca, algılanan zorlukların ve becerilerin dengesi akışta önemli faktörlerdir (Nakamura ve diğerleri, 2009). Bir yandan, bir zorluk kişinin beceri seviyesinden daha büyük olduğunda, kişi endişeli ve stresli hale gelir. Öte yandan, beceri seviyesi zorluğun boyutunu aştığında, kişi sıkılır ve dikkati dağılır.
Bu durumun deneyimlenmesi tam ortada olduğu için denge esastır.
“Akış yaratmak, beceri düzeyi ile eldeki zorluğun boyutu arasındaki denge ile ilgilidir”
(Nakamura ve diğerleri, 2009).
Günlük yaşamdaki akış deneyimi, yaratıcılığın ve refahın önemli bir bileşenidir. Gerçekten de, bir bireyde eudaimonia‘nın yani kendini gerçekleştirmenin önemli bir yönü olarak tanımlanabilir. Özünde ödüllendirici olduğu için, ne kadar çok uygularsanız, tamamen meşgul ve mutlu bir yaşam sürmenize yardımcı olan bu deneyimleri o kadar çok çoğaltmaya çalışırsınız.
Akış Deneyimini Yalnız Yaşamayın
Bir deney için, St. Bonaventure Üniversitesi’nden araştırmacılar, öğrencilerden takım halinde ya da kendi başlarına akışı sağlayacak etkinliklere katılmalarını istedi (Walker, 2008).
Öğrenciler akışı yalnız olduklarında değil, takım halindeyken daha eğlenceli olarak değerlendirdiler. Öğrenciler ayrıca ekip üyelerinin birbirleriyle konuşabilmelerini daha neşeli buldular. Bu bulgu, beceri düzeyi ve zorluk eşit olduğunda bile tekrarlandı (Walker, 2008).
Son bir araştırma, akışı deneyimlerken birbirine bağımlı bir grupta olmanın, olmayanlardan daha keyifli olduğunu buldu (Walker, 2008). Bu nedenle, akıştan daha fazla keyif almak istiyorsanız, başkalarıyla birlikte etkinliklere katılmayı denemelisiniz.
Bu, psikolog Christopher Peterson’ın pozitif psikolojinin üç kelimeyle özetlenebileceğine dair vardığı sonucu yansıtıyor: “Diğer insanlar önemlidir.”
Akış Durumunuzun Arkasındaki Motivasyon Nedir?
Çoğu bilinçli eylem motivasyon gerektirir ve iki temel motivasyon türü vardır: içsel ve dışsal.
İçsel motivasyon, bir şeyi sevdiğiniz için yaptığınız zamandır. Csikszentmihalyi, en yüksek içsel motivasyonun öz bilincin kaybolduğu, kişinin tamamen ana teslim olduğu ve zamanın hiçbir şey ifade etmediği bir akış hali olduğunu söyler(2013). Örnek olarak düşünmeden çalan usta bir müzisyeni veya büyük bir dalgayı yakalayan ve onu keyifle süren bir sörfçü düşünün.
Dışsal motivasyon, başarılı olma motivasyonunuzun dışarıdan kontrol edildiği zamandır. Bu, başını belaya sokmamak için bir şeyler yapmayı veya daha fazla para kazanmak için çok çalışmayı içerir. Bu tür bir motivasyon kısa ömürlüdür. İyi bir tür dışsal motivasyon, daha iyi olmak için pratik yaparken, ancak çabalarınızı doğrulamak için hala bir öğretmene ihtiyaç duyduğunuz zamandır.
Güveni ve Akışı Artırmak İçin Görseller Kullanma
Psikologlar (Koehn ve diğerleri 2013) akış oluşturmak için özellikle görüntü ve güven düzeylerinin etkileşime girme biçimine bakarak, farklı performans bağlamları ve akış durumunun üretimi hakkında araştırmalar yaptı.
Katılımcılar, bir saha testine girmeden önce görüntü ve güven ölçümlerini tamamladılar. Bir tenis vuruşunun performansını ölçen araştırmacılar, görüntü ve güven arasında önemli bir etkileşim buldular (Koehn ve diğerleri, 2013).
Koehn ve meslektaşları, görüntü, güven ve akış durumunun teşvik edilmesi arasında pozitif ilişkiler olduğunu ortaya çıkardılar ve bu da artan performansın öngörüsüydü(2013). Özünde, bir akış durumunun iletilmesinin, belirli bir harici görevdeki performans seviyelerini önemli ölçüde arttırdığı görülmektedir (Koehn ve diğerleri, 2013).
TED Talk On Flow (TED Flow Üzerine Konuşma): Mutluluğun Sırrı
Mihaly Csikszentmihalyi’nin 5 milyondan fazla izlenmiş olan ve hala izlenmeye devam eden 2004 TED Konuşması şöyledir:
‘’İkinci Dünya Savaşı yaşanırken 7-10 yaş aralığında bu süreye tanıklık etmek durumunda kaldım. Bu çocukluk dönemi benim açımdan bazı olayları tahlil edebilme becerilerimi geliştirmeme katkı sağladı. Tanıdığım yetişkinler söz konusu olduğunda fark ettiklerimden biri de çok azının savaşın ortaya çıkardığı trajedilere dayanabildikleri idi.
Bu yetişkinlerin çok az bir kısmının hatırladıkları arasında geçmişte normal bir yaşamları olduğu vardı Savaştan önce pek çoğu mutlu bir hayatın yanı sıra güvenli bir işe ve eve sahipti. Fakat maalesef bunları hatırlayanların sayısı da oldukça azdı.
Tüm bu yaşananlar ve gözlemlediklerimin bana öğrettiği şeylerden biri de yaşamaya değer bir hayatın nasıl tesis edilebileceği idi. İlgilenmeye başladığım bu konu çocukluk yıllarımdaki trajedilerden çıkardığım sonuçlarla şekilleniyordu.
Sürecin beni getirdiği noktada ise çocukluk ve gençlik yıllarımda felsefe okumaya başladım. Sanat ve din özel olarak ilgi alanıma girerken kendimi bu alanlarda geliştirmeye başladım. Bu arada kendimi geliştirme çalışmalarım arasında sanat ve din ya da felsefe ile sınırlı kalmayıp daha pek çok konuda araştırmalar yaptım. Psikoloji ile tanışmam ise bu araştırma süreçlerimde şans eseri oldu.
İsviçre’de parasız olduğum bir dönemde bir gazetede tesadüfen karşıma çıkan sunum olduğuna dair habere odaklandım. Bu sunum Zürih’in merkezinde idi ve uçan daireler hakkında konuşma yapılacağından bahsediliyordu.
Bu dönemde parasız olmam nedeni ile bir filme gidemediğime göre uçan dairelerle ilgili bir sunumu dinleyebileceğimi düşündüm. Sonuçta bunun için bir ücret de ödemeyecektim. Konuşmacı benim ilgimi ilk andan itibaren çekmeyi başarmıştı. Konuştuğu konu da oldukça merak uyandırıcı gelmişti.
Küçük yeşil adamları dinleyeceğimi sanırken umduğumun dışında bir söyleşiye tanık olduğumu fark ettim. Söyleşiyi yapan kişiyi o güne kadar duymamıştım. Kendisinin çalışmaları ya da ismi ile ilgili bir fikre de sahip değildim.
Konuşmacının anlattıkları Avrupalıların zihinlerini travmatize eden savaş hakkındaydı. Bu konu beni gerçekten ilgilendirmişti. Bu sunumun ardından da onun kitaplarını alarak okumaya başladım.
Psikoloji okuma merakım bu süreçte başlarken geldiğim ülkede amacıma ulaştım. Psikoloji okumaya başladım. Burada mutluluğa yol açan şeylerin neler olabileceğine kafa yormaya başladım. Aslında maddi anlamda koşullarda artan iyileşmenin insan mutluluğuna doğrudan bir etkisinin olmadığı bir gerçektir.
Bunun yanı sıra insanlar açısından temel kaynakların yetersizliği mutsuzluk sebebidir. Tıpkı bunun gibi maddi kaynakların yetersizliği de mutsuz insanların ortaya çıkmasında etkilidir. Maddi kaynaklar arttıkça mutluluğun artmadığı görülür.
Benim anlamaya çalıştığım kendi deneyimlerimden yola çıkarak neyin bizi mutlu edeceğidir. Yaşamımızın hangi aşamasındayken kendimizi mutlu hissetmek için hangi deneyimlere ihtiyaç duymaktayız.
Bu durumda da incelemelerimi sanatçılara ve bilim insanlarına yönelttim. Daha sonra da diğer örneklere bakarak onların yaşamını değerli kılan şeyin ne olduğunu anlamaya çalıştım. Bu insanların yaşamını anlamlı hale getiren şey ne servetleriydi ne de şöhretleri. Onlar için anlamlı olan ve yapmaya değer buldukları şeyler aslında yaşamlarındaki mutluluğun da kaynağı olmalıydı.
1970’lerde Amerikan müziğinin önde gelen bestecilerinden biri ile yaptığım görüşme sonucunda çeşitli sonuçlara vardım. Aslında bu görüşme oldukça kapsamlı ve 40 sayfa uzunluğunda. Bununla birlikte buradaki alıntı onun söylediklerinin kısa bir özetini içeriyor.
Bu görüşme sırasında görüşmeyi yaptığım kişi nasıl hissettiğini tarif ederken bir esriklik durumundan bahsediyordu. Bir şeyin kenarında durmak anlamına gelen esriklik kelimesi Yunanca ’da bu şekilde tanımlanır.
Bir alternatif gerçeklik arandığında esriklik devreye giriyor. İnsanlığın başarılarını sorguladığımızda geçmişte binlerce yıldır medeniyetlerin neler ortaya koyduğunu görebiliyoruz. Bizim bu medeniyetler hakkında bildiklerimiz onların esrikleri olurken dünya genelinde çeşitli medeniyetlerden söz edebiliriz.
Bu medeniyetler Çin, Mısır Yunan, Hint ya da Mayalar olduğunda her biri kendine özgü yanları ile var olmuşlar. Bizim bu medeniyetler hakkında bildiklerimiz de onların gündelik yaşamları değildir. Çoğunlukla onların esrikliklerine bakarak yaşamları hakkında fikir yürütürüz.
Bu medeniyetlerin inşa ettikleri tapınaklara baktığımızda insanların farklı bir gerçekliği deneyimledikleri yerleri görüyoruz. Bu medeniyetlerden geriye kalanlar arenalar, sirkler, tiyatrolar olurken insanların burada yaşamı deneyimlediklerini anlıyoruz.
Görüşmem sırasında fark ettiğim durum ise bu adamın anlattığım yerlere gitmesine gerek yok. Onunla alışkın olduğumuzun dışında gündelik yaşamdan ayrı bir gerçekliğe katılırken bu adamın oralara gitmeye ihtiyacı olmadığını fark ediyorum.
Onun ihtiyacı olabilecek tek şey bir kâğıt parçası olurken üzerine küçük işaretler koyabilmesi yeterli. Doğal yeteneği sayesinde var olmamış sesleri hayal ederken yaratıcılığı devreye girdiğinde yeni bir esriklik anı onun için söz konusu oluyor.
Kendisi için kuvvetli bir deneyim olan bu durum sayesinde farklı bir gerçekliğe giriyor. Benim anlaşılabilir olmam için ve sizin de beni duyabilmenizin koşulu saniyede 60 bit bilginin dinleyenler tarafından işlenebilmesidir. Sinir sistemimiz yaradılışımız gereği 110 bit bilgiden fazlasını işleyemez.
Bu durum insanın iki kişiden fazlasını dinlemesini ve anlamasını imkânsız kılar. Sizinle konuşan iki kişiden fazla olduğunda onları anlayabilmeniz kadar dinleyebilmeniz de mümkün değildir.
Yeni bir şey yaratma sürecine giren kişiler açısından evdeki sorunlara dahil olmak pek de mümkün olmaz. Aynı şekilde yaratıcı kişilerde görülen bu durumda bedenin nasıl hissettiği de fark edilemeyecek oranda dikkat dışında kalır.
Yeni bir şey yaratan kişiler açlık hissini kaybedeceği gibi yorgunluklarının dahi farkına varmazlar. Bu durumda kişinin varoluşunun geçici olarak askıya alındığından söz edilmesi yanlış olmayacaktır.
Kişinin başına gelebilecek bu sürecin koşulları ise onun çok iyi bir eğitim almış olmasından kaynaklanır. Teknik geliştirmiş olan bu kişilerin süreci otomatik yaşaması kaçınılmazdır. Yaratıcılık gerektiren bu tür çalışmalar açısından 10 yıldan az sürelerde herhangi bir şey üretilebilmesi pek mümkün olmamaktadır.
Yaratıcı çalışma yapılacak alanın ne olduğu önemli değildir. Matematik ya da müzik olması yaşanan süreçte bir değişikliğe sebep olmamaktadır. Ben bunu akış deneyimi olarak tanımlamaktayım. Görüşme yaptığım insanlar açısından ise süreç kendiliğinden olan bir akış olarak ifade edilir.
Bir şair üzerinden konuyu örneklendirmemiz gerekirse şairin bu durumu gökyüzüne açılan bir kapı olarak tarif ettiği görülür. Sanırım Albert Einstein izafiyet teorisini açıklamaya çalışırken onu nasıl hayal ettiği de böyle bir durum olsa gerek.
Başka bir öğrencim üzerinden örneklendirmeye devam ettiğimde ise olimpik bir patencinin hikayesini dinlemek gerekir. Susan Jackson dünyanın tanıdığı önde gelen atletlerle çalışmalar yapan biri. Onda kişinin iç durumunun fenomenolojisinin aynı temel tarifini bulmak mümkün.
Son yazmış olduğum “İyi İş” isimli kitapta yer alan bazı CEO’lar ile yaptığım röportajlardan söz etmek isterim. Bu CEO’lar kendi iş arkadaşları tarafından çok başarılı bulunmalarının yanı sıra sosyal sorumluluk sahibi kişiler.
Bu insanları incelediğinizde başarılarının yanı sıra başkalarına yardım ederek mutlu hissetmenin mümkün olduğunu anlarsınız. Bu profilleri incelediğinizde ve onların seslerine kulak verdiğinizde başarılı olmak için yalnızca çalışmanın yeterli olmadığını anlarsınız.
Anita Roddick bu CEO’lardan yalnızca biri ve Body Shop’un da kurucusu. Onun hikayesi de çalışırken akışa uymaktan gelen bir tutkuyla şekilleniyor.
Şimdi size vereceğim küçük alıntı da Masarı Ibuka’dan. Sony’yi hiçbir şeye sahip olmadan sadece fikirlerine dayanarak kurduğunda aklındaki tek şey mutlu olabilecekleri bir işe ve bunun yanı sıra da topluma karşı sorumluluklarını yerine getirebilecekleri bir ortama ihtiyaç duydukları fikriydi.
Dünya genelinde 8 binden fazla insanla yaptığımız görüşmelerden elde etiğimiz sonuçlara baktığımızda temelde hep aynı noktaya odaklanıldığını fark ettik. Bu insanların arasında Dominikli keşişler, kör rahibeler, Himalaya’ya tırmananlar ya da Navajo çobanları vardı ve bunların hepsi işini seven kimselerdi.
Bu insanların işini sevmesi onlara zaman duygusunu unutturan en temel unsur olurken kendilerini de bu akışın doğal ortamı içinde unutmaları kaçınılmaz oluyor. Bundan dolayı da yaptıkları işlerle daha büyük bir şeyin parçası haline geliyorlar.
Yaptığımız çalışmalar insanın gündelik yaşamının şematize edilmesi olurken biz bunu kesin bir şekilde ölçme şansına da sahibiz. İnsanlara verdiğimiz elektronik çağrı cihazları ile onların günde 10 kez ne yaptığını, ne hissettiğini, ne düşünüp nerede olduğunu öğrenebiliyoruz.
Bizim temelde ölçtüğümüz ise insanların o andaki sorunlarının miktar açısından ölçülmesi ve içinde bulundukları durumda ne oranda beceri sahibi olduklarının anlaşılabilmesi. Bu çalışma sayesinde her insan için diyagramın merkezi olacak bir ortalama belirlememiz de mümkün.
Biz bu noktanın ne olduğunu doğru tespit ettiğimizde kişinin ne zaman akışta olacağını da anlamamız kolaylaşır. Akışın gerçekleşmesi için yeteneklerin ortalamadan yüksek olması gerekirken aynı zamanda da sorunların da ortalamadan yüksek olması gerekecektir. Kişi hangi ortamda olmak istiyorsa akış orada daha hızlı gerçekleşecektir.
Her insanın farklı yetenekleri vardır. Kişi kendisine karşı daha fazla zaman ayırdığında ise yeteneklerini geliştirme şansını da kendine tanımış olur. Bu durumda da akışa kapılmak daha kolay hele gelir. Bizim canlanma olarak adlandırdığımız alanda meydan okuma vardır. Çoğu insan bunu öğrenir.
Kişi canlanma alanında meydan okumalar karşısında yeteneklerini geliştirme gücünü kendisinde bulur. Burada daha yüksek yetenekler geliştirebilir.
Kontrol alanında ise insanın kendisini güvende hissettiği görülür. Kontrol alanında olmak güzel olabilir ama heyecan verici değildir. Burada meydan okuma ile karşılaşılmaz. Akışa kontrolden girmek isteyenlerin meydan okumayı artırması zorunludur.
Akışa girmek için iki ideal ve tamamlayıcı alandan söz edebiliriz. Bunlardan biri canlanma alanı olurken diğeri de kontrol alanıdır. Her alanın ihtiyaçları farklıdır. Kişi hangi alandan akışa girmeyi tercih ediyorsa ona göre davranmak zorundadır.
Meydan okumanın yanı sıra yeteneğin diğer birleşimlerinin giderek daha az optimal olmasından söz edebiliriz. Rahatlama kişiye kendisini iyi hissettiren bir durumdur. Sıkıntının itici olmaya başladığı ve duyarsızlığın olumsuzluklara meydan verdiği görülür. Kişi kendisini bir şey yapıyormuş gibi hissetmez. Meydan okuma olmadığından yeteneklerin kullanılmasına da gerek kalmaz.
Birçok insan televizyon izleyerek ya da oturarak deneyimini duyarsızlıktan yana kullanıyor. Televizyon izlemenin insana akışa sokabilmesinin ise koşulları bulunuyor. Zamanın %7-8’i oranında televizyon izlemek gerçekten izlenmek istenen bir program olduğunda ve kişinin ondan geri dönüş alması durumunda akışta olmaya yarıyor.
Burada temel olarak ele almamız gereken konu günlük hayatımızı nasıl daha fazla akış kanalına koyabileceğimiz yönünde olmalı. Bazı insanlar akış kanalına girebilmek için ne yapması gerektiğini biliyor olabilir.
Onlar bunun için bir tavsiyeye ihtiyaç duymuyor. Bunun yanı sıra birçok insanın bunu nasıl gerçekleştireceğini bilmediğinin farkındayız. Bundan dolayı da görevimizi yapmamız gerekiyor. İşte bu noktada da bize düşen sorumlukları yerine getirmek zorundayız. Böylece birçok insanın günlük yaşamını nasıl daha fazla akış kanalına yönlendirebileceği hakkında bir fikri olacak. Bizim yapmamız gereken de ve görevimiz olan iş de anlatmaya çalıştıklarımız aslında. ‘‘
Akış oluşturma konusunu tüm detaylarıyla ele almaya çalıştık. Peki sizler akışı ne sıklıkla yaşıyorsunuz ve bu deneyime ne tür etkinlikler yol açıyor? Yorumlarda paylaşmak ister misiniz?
Penceremden.com için çeviren Derya Soyguel
Kaynaklar
- https://positivepsychology.com/mihaly-csikszentmihalyi-father-of-flow/
- Csikszentmihalyi, M. (1975). Beyond boredom and anxiety. San Francisco, CA: Jossey-Bass.
- Csikszentmihalyi, M. (2002). Flow: The psychology of happiness: The classic work on how to achieve happiness. London, UK: Rider.
- Csikszentmihalyi, M. (2004). Flow, the secret to happiness [Video file]. Retrieved from https://www.ted.com/talks/mihaly_csikszentmihalyi_on_flow?language=en
- Csikszentmihalyi, M. (2013). Flow: The psychology of optimal experience. New York, NY: Random House.
- Dietrich, A. (2003). Functional neuroanatomy of altered states of consciousness: The transient hypofrontality hypothesis. Consciousness and Cognition, 12(2), 231-256.
- Dietrich, A. (2004). Neurocognitive mechanisms underlying the experience of flow. Consciousness and Cognition, 13(4), 746-761.
- Gruber, M. J., Gelman, B. D., & Ranganath, C. (2014). States of curiosity modulate hippocampus-dependent learning via the dopaminergic circuit. Neuron, 84(2), 486-496.
- Koehn, S., Morris, T., & Watt, A. P. (2013). Flow state in self-paced and externally-paced performance contexts: An examination of the flow model. Psychology of Sport & Exercise, 14(6), 787-795.
- Lickerman, A. (21 April 2013). How to reset your happiness set point: The surprising truth about what science says makes us happier in the long term. Psychology Today. Retrieved from https://www.psychologytoday.com/blog/happiness-in-world/201304/how-reset-your-happiness-set-point.
- Nakamura, J., & Csikszentmihalyi, M. (2009). Flow theory and research. In C. R. Snyder & S. J. Lopez (Eds.), Handbook of positive psychology, 195-206.
- Ullén, F., de Manzano, Ö., Almeida, R., Magnusson, P. K., Pedersen, N. L., Nakamura, J., … & Madison, G. (2012). Proneness for psychological flow in everyday life: Associations with personality and intelligence. Personality and Individual Differences, 52(2), 167-172.
- Walker, C. J. (2010) Experiencing flow: Is doing it together better than doing it alone? The Journal of Positive Psychology, 5(1), 5-11.