Bugün Nazım Hikmet’in ölümünün 121. yıl dönümü, onu saygı ve sevgiyle anıyoruz. Yıldızlar yol arkadaşı olsun! Ölüm yıldönümünde Nazım Hikmet hakkında az bilinenler ve güzel şiirleri ile analım istedik. Keyifli okumalar…
Nazım Hikmet Otobiyografisi
Nazım Hikmet kendi hayatını yine şiirle anlatıyor. ‘’Otobiyografi’’ şiiri (Genco Erkal sesinden dinleyebilirsiniz)
1902’de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşımda Halep’te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova’da komünist Üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova’da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pırağ’dan Havana’ya
Lenin’i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924’de
961’de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır
partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim
951’de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52’de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü
sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo’ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın
içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana
başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim
bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21’den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falıma baktırdığım oldu
yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye’mde Türkçemle yasak
kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filân olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir.
Orhan Kemal’in Nazım Hikmet’e Veda Şiiri
Nazım Hikmet’e
“Promete’nin çığlıklarını
Kaba kıyım tütün gibi piposuna dolduran adam”
Sen benim mavi gözlü arkadaşım
Kabil değil unutmam seni.
Koşacağım memlekete.
Ve tren
Kocasını getirecek.
Yanaklarından öperken sevgilimi
Sen neşeli mavi gözlerinle bakacaksın
İçimden bana
Ekmek – kin – hasret
Fakat Nâzım Hikmet
Sen şu kadar kilometre uzakta kalmana rağmen
Aydınlık yüreğimin duvarına dayayıp sarı saçlı başını
Batan bir yaz güneşi hüznüyle ağlatacaksın arkadaşını.
Günler geçecek
Ekmek derdi çökecek omuzlarıma.
Fabrika.
Makinalar.
Tezgâhım.
Sana şekerkamışı, portakal yollayacağım.
Karım yün çorap örecek.
Her hafta mektup yazacağız.
-Askere almazlarsa eğer-
Unutabilir miyim seni?
Tahtakurusu ayıkladığımız hapishane gecelerini
Ve radyoda şark cephesinden haber beklediğimiz
Müthiş anların küfrünü!
-Radyonun yanındaki duvara
Kurşun kalemiyle abus insan yüzleri çizmiştin-
Unutabilir miyim seni?
Hâlâ beton malta boylarında duyuyorum
Takunyalarının sesini!
Unutabilir miyim seni hiç?
Dünyayı ve insanlarımızı sevmeyi senden öğrendim,
Hikâye, şiir yazmayı
Ve erkekçe kavga etmeyi senden!
Atatürk’le Nâzım’ın karşılaşması
İnebolu’daki kısa süreli devrenin ardından Ankara’ya giden iki şaire kutsal bir görev verilir. Buna göre İstanbul’daki gençleri milli mücadeleye davet eden bir şiir yazmaları istenir. Mart 1921’de on bin adet bastırılıp dağıtılan bu şiirin yankısı çok büyük olur. Öyle ki İstanbullu gençlerin Ankara’ya akın ederlerse onlara nasıl iş bulunacağı tartışılmaya başlanır. Daha sonra genç şairler Atatürk’e takdim edilir. Nâzım’ın çocukluktan itibaren arkadaşı ve Ankara’da da yanında olan Vâlâ Nureddin ‘’Bu Dünyada Nâzım Geçti’’ kitabında olayı şöyle anlatır: “Basmakalıp laflara ihtiyaç duymaksızın, Mustafa Kemal, bizim için çok önemli bir sadede girdi: Bazı genç şairler modern olsun diye mevzusuz şiir yazmak yoluna sapıyorlar. Size tavsiye ederim, gayeli şiirler yazınız, dedi. Daha da konuşacaktı. Fakat aceleyle yanma bir iki kişi yaklaştı. Bir telgraf getirdiler. Paşa göz atınca telgrafla ilgilendi. Eliyle selamlayıp bizden uzaklaştı.’’
Ceviz Ağacı Şiiri Hakkında
Nazım Hikmet’in yazdığı, Cem Karaca’nın sesiyle de bestelenmiş halini dinlediğimiz bu şiirin bir de herkesin duyduğu bir hikayesi var. Fakat bu hikaye, asılsız bir hikaye. Hikayeye göre Nazım Hikmet bu şiiri yazdığı sırada polisler tarafından aranıyordu. Sevgilisi Piraye hanım ile Gülhane Parkı’nda buluşmak üzere sözleştiği bir günde polislerden gizlenmek için çıktığı ağacın tepesinde yazdığına inanılıyor bu şiirin.
Dediğimiz gibi hikaye, bu aşk üzerine kurgulanmış, maalesef ki uydurma bir hikaye. Nazım Hikmet bu şiiri Bulgaristan’ın Balçık adlı sahil kentinde yazmıştır. Bu satırlarda Nazım Hikmet’in memleket özlemini yansıttığı düşünülmektedir. Ayrıca şiirin yazıldığı tarihlerden Nazım Hikmet’in gönlünü Piraye Hanım’da değil, Münevver Andaç’ta olduğu biliniyor. Bu da hikayenin tutarsızlığını değerlendirme açısından önemli bir diğer detay. (Kaynak: soylentidergi.com)
Ceviz Ağacı
Başım köpük köpük bulut
İçim dışım deniz
Ben bir ceviz ağacıyım
Gülhane Parkı’nda
Budak budak
Şerham şerham ihtiyar bir ceviz
Ne sen bunun farkındasın
Ne polis farkında
Gülhane Parkı’nda
Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl
Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril
Koparıver gözlerinin gülüm yaşını sil
Yapraklarım ellerimdir
Tam yüz bin elim var
Yüz bin elle dokunurum sana İstanbul’a
Yapraklarım gözlerimdir
Şaşarak bakarım
Yüz bin gözle seyrederim seni İstanbul’u
Yüz bin yürek gibi
Çarpar çarpar yapraklarım.
Gülhane Parkı’nda
Ne sen bunun farkındasın
Ne polis farkında
Cengiz Ferecov’un Hayatı Öğretmeninin Eline Verdiği Bir Kağıtla Değişir!
Cengiz Ferecov, Azerbaycan’ın Fuzuli şehrinde yetimhaneye bebek yaşlarda bırakılır. 10 yaşına gelene kadar her çocuk gibi kötü şartlar altında hayatını sürdürürken bir gün öğretmeni eline bir şiir verip “Bunu ezberle her gün seni sınav yapacağım” der. Küçük Cengiz’in hayatının dönüm noktası bu şiir olur. Şiiri ezberler. O güne kadar Nazım Hikmet’i de, Türkiye’yi duymamıştır Cengiz. 1952 Haziran’ında Nazım Hikmet’in karşısına çıkıp, Nazım Hikmet’in şiirini okur. Nazım o anda bu çocuğu evlatlık olarak alma kararını verir ve işlemleri tamamlayarak evlatlık alır. O andan itibaren de, O çocuğun hayatı değişir. Cengiz Ferecov Azerbaycan Tarım Bakanlığı’nda uzun yıllar müsteşar olarak görev yapar.
Memleketimden İnsan Manzaraları
Nâzım Hikmet’in 1939’da yazmaya başladığı, 1960’ların ikinci yarısında yayımlanabilen şiir kitabıdır. 17bin mısradan oluşan eser Nâzım Hikmet şiirinin doruğu kabul edilir.[1] Kitap İkinci Meşrutiyet’ten II. Dünya Savaşı’na kadar olan dönemde Anadolu’da yaşamış sıradan insanların öykülerini okuyucuya sunar. Türkiye’nin 1920-1940 yılları arasındaki toplumsal tarihi, Ulusal Bağımsızlık Savaşı’nı da içerecek biçimde verilirken bir yandan da II. Dünya Savaşı’nda Nazizm’in yenilgisi değişik yönleriyle ele alınıp yansıtılır. Düzyazı, şiir, senaryo tekniklerinin iç içe kullanıldığı bir eserdir. Beş ciltten oluşur, beşincisi tamamlanmamıştır.
1938’de Nâzım Hikmet’in cezaevine girmesi ile konulmuş olan eserlerini yayınlama ve okuma yasağı nedeniyle şairin hayatı boyunca yayımlanamayan eser, 1965’te yasağın kalkmasından sonra, oğlu Memet Fuat’ın sahibi olduğu De Yayınevi tarafından 1966-1967 yıllarında 5 cilt olarak yayımlanmıştır.
Şairin 1939’da üzerinde çalışmaya başladığında eserin adı; “Meşhur Adamlar Ansiklopedisi” idi. Şair, Almanya’nın Sovyetler Birliği’ne saldırısını öğrendiğinde yirmibirinci yüzyıl tarihini yazmayı düşündü. Memleketimden İnsan Manzaraları, bu düşüncenin bir ürünü olarak ortaya çıktı. “Meşhur Adamlar Ansiklopedisi’, 1941’de Bursa Hapishanesinde iken yazmaya başladığı Memleketimden İnsan Manzaraları’na bir bölüm olarak girdi.[3]
Nâzım Hikmet yapıtıyla ilgili ön tasarısını şöyle açıklamıştır:
İstiyorum ki okuyucu 12,000 mısrayı bitirdikten sonra vıcık vıcık insan kaynaşan bir mahşerden geçmiş olsun,
İstiyorum ki bu insan mahşerinin konkre ifadesi okuyucuyla muayyen bir devirdeki, muhtelif sınıflara mensup Türkiye insanları vasıtasıyla Türkiye’nin muayyen bir tarihi devredeki sosyal durumunu anlatsın,
İstiyorum ki ikinci planda, Türkiye cemiyetini çevreleyen dünya durum muayyen bir devrede- anlaşılsın,
İstiyorum ki -nereden gelip, nerede olduğunu, nereye gidildiği? sualine, sahamın içinde azamî imkânlarla cevap verilsin.
(Kemal Tahir’e Hapishaneden Mektuplar, Nâzım Hikmet, Bilgi Yayınevi)
Şair 1950’de hapisten çıktığında eserin 66bin satır yazılmış olduğunu ifade eder. Ertesi sene ülkeyi terk ederken destanın bazı bölümlerini arkadaşları arasında dağıtır. Bazıları, yakalanma tedirginliği ile ellerindeki bölümleri yakıp yok etmiştir.[4] 1965’te eserin Türkiye’de yayımlandığında elde 17.000 mısra kalmıştır.
Eserin birinci bölümü İstanbul’da, Haydarpaşa Garı’nda 1941 yılında başlar. 15.45’te Eskişehir’e hareket eden trenin 510 numaralı üçüncü mevki vagonunda 18.38’de Ankara’ya ulaşılana kadar devam eder. Vagonun yolcuları sıradan köylü, asker, işçi ve tutsaklardır. Bazı yolcuların hayat hikâyeleri, dünya görüşleri ve düşündükleri ile bütün destanı takip eder.[4]
İkinci kitap başka bir trenin yine Haydarpaşa garından hareket edecek olan yolcularını ele alır. Bu sefer yolcular siyasetçi, diplomat, tüccar, fabrika sahipleridir. Kurtuluş Savaşı Destanı’ndan bazı bölümler esere alınmıştır.[4]
Üçüncü kitap hapishane ve hastanede geçer. Dördüncü kitap Sovyetler Birliği ve Fransa’da faşizme karşı direnenlere değinir. Tamamlanmamış beşinci kitapta Türk toplumunda savaşın yansımaları, çekilen zorluklar ve katı yaşam koşulları aktarılır.
Nazım’ın Memleketimden İnsan Manzaraları eseri hakkında güzel bir söyleşiyi Deniz Yüce Başarır’ın Erkan Irmak’ı konuk ettiği Ben Okurum podcast serisinde bu linkten dinleyebilirsiniz.
Yorum yazabilmek için oturum açmalısınız.